Yarışmalarda dikkati çeken, fakat dereceye giremeyen güzellere ve eserlere özel bir kategori yaratır, bir ödül verir ve onların bir türlü hatırlanmalarını sağlayabilirsiniz. Halbuki yazarın beğendiği fakat kitaplarına alamadığı bölümler, olaylar ve anılar unutulmaya mahkumdurlar.

 

Her yazar yazdıklarına ve yazmayı düşündüğü malzemeye bir yakınlık duyar. Bir anne, bir baba çocukları olumlu bir şekilde televizyonda görününce nasıl sevinirlerse, yazar da yazdıkları yayınlanınca aynı kıvancı duyar. Yazısına, kitabına alamadığı, son anda elediği malzemesine karşı da bir mahcubiyet hisseder.

 

“ Mustafa Kemal Atatürk’ün Liderlik Sırları “ adlı kitabım 14. baskıya girerken, kitabıma ısrarla koymadığım, fakat hep kafamı kurcalayan onlara haksızlık ettiğimi düşündüğüm üç anekdot için tekrar üzüldüm.

 

İsterseniz bu ısrarımın nedenlerini açıklayayım. Siz hakem olun, ya bana ya da ‘ hatırlanmayı bekleyen bu üç anekdota ‘ hak verin!

 

Kitabımda Atatürk’ün Liderlik Özelliklerini, onun seçme sözleri, yaşantısından bazı önemli anları anlatan anekdotlar ve bu konudaki yorumlarımla okuyucuya sunarak, Atatürk’ün gerçeğe en yakın portresini çizmeye çalıştım.

 

Kitabıma koyduğum anekdotları seçerken bazı kıstaslar, ölçüler koydum. Önce anekdot gerçek ve inandırıcı olmalıydı. Atatürk’le ilgili yüzlerce kitap okuduğum için, onun nasıl düşündüğünü ve nasıl davrandığını tahmin edebiliyordum artık. Kitaptaki her anekdotun gerçekten nefesini hissettiğim Atatürk’e ait olması en önemli ölçüydü benim için. Bu ölçüye uyan anekdot ikinci bir elekten geçiyordu.

 

Acaba bu anekdot, görgü tanıklarının hafızasından geçip başka kitaplarda da yerini almış mıydı? Birkaç görgü tanığı aynı olayı biraz farklı olarak da olsa anılarına almışlarsa, bu anekdot gözümde değer kazanmaya başlıyordu.

 

Bu testten de geçen anekdot, kitapta kapladığı yere, okuyucudan talep ettiği zamana uygun olarak ona birşeyler kazandırıyor muydu? Tüm bu kıstaslara uyan bir anekdot nihayet kitaptaki yerini buluyordu.

 

Aşağıda göreceğiniz bu üç anekdotu çok istememe rağmen 14. baskıda da kitabıma almadım, çünkü testlerimden geçemediler. Acaba bu anekdotlara haksızlık mı ediyorum? Buna siz karar verin.

 

  • Anekdot: Yönetme Yeteneği

Gazeteci Şemsi Belli Atatürk’ün ölümünden sonra kızkardeşi Makbule Hanım’la söyleşiyor:

“- Hanımefendi, Atatürk’ün çalışma hayatı hakkında da birşeyler söylemek ister misiniz?

- Evladım, onun kesin olarak belirlenmiş bir çalışma saati yoktu ki! Çalışmadığını sandığımız zamanlar bile çalışırdı. Onun meşhur yemek sofraları, bir ziyafet ve eğlence alemi değildi. Birçok tarihi kararlar o sofralarda danışıldıktan sonra verilirdi. Atatürk, başkalarının düşünce ve görüşlerine çok önem verirdi.

Yalnız başına gün doğana kadar çalışma odasında yorulurcasına meşgul olduğu günleri çok bilirim.

Gene böyle bir sabahtı, güneş henüz doğmamıştı. Kapısını vurarak odasına girdiğim zaman kağıt ve kitap yığınları içinde çalışıyordu. Uykusuz ve yorgun olduğu belliydi.

- Atatürk...dedim. Niçin bu kadar yoruluyorsun? Biraz dinlensene!

- Memleketin büyük dertleri varken nasıl durulur, kardeşim, dedi.

- Peki ama ağabey, sizin mesai arkadaşlarınız var, onlar bu dertlerle elbette ki meşgul oluyorlar...

Bu sözüm üzerine Atatürk’ün dudaklarında alaycı bir gülümsemenin dağıldığını gördüm...

- Makbuş, dedi, işte ben onların yaptığı hatalarla bu kadar yoruluyorum, onların hatalarını temizliyorum.” ( ‘Ağabeyim Mustafa Kemal ‘ Şemsi Belli sayfa 85 )

 

  • Anekdot : İnsan Sarrafı Olma

Eski Başbakanlardan Şemsettin Günaltay gazeteci A. Hazım Sezgin’e anlatıyor:

 

- Kızılay’a bağış kampanyası açıldı. Atatürk de bağışta bulundu. Bu bağış kampanyasına büyük bağışlarda bulunanların isimlerini her akşam Çankaya’da kendisine bildirirlerdi. Bir akşam bağış listesi verilirken Atatürk’ün yatırdığı paradan yirmi bin lira fazla yardımda bulunan birinin ismini gördü. Bu isim Mühürdarzade Nuri ( Demirağ ) Bey’di. Listeyi getirene

- Bu Nuri Bey kimdir? Ve nerelidir? Diye sordu.

- Fabrikatör ve Divriklidir, denilince Atatürk’ün kaşları çatıldı. Bir noktaya bakmaya başladı. Yüzünün çizgileri bir anda karıştı. Ortalığa büyük bir sessizlik çöktü. Sert bir tavırla:

- Yarın bu saate onu buraya getireceksiniz, dedi.

Ertesi akşam Köşke geldiğimiz zaman Atatürk’ün neşeli olmadığını gördük. Nihayet Nuri Bey’in geldiğini söylediler. Asabi bir tarzda ‘ gelsin! ‘ dedi. Nuri Bey içeri girdi ve

- Paşa Hazretleri, beni emretmişsiniz, dedi.

- Evet, Kızılay’a benden yirmi bin lira fazla yardımda bulunmuşsunuz.

- Evet efendim.

- Siz benden zengin misiniz?

- Evet efendim. Bendeniz sizden zenginim.

- Neden?

- Çünkü siz aylıklı kimselersiniz. Bendeniz ise ticaretle uğraşırım.

- Peki bu yardımı niçin yaptınız?

- Allah bu memlekete böyle hayırlı müesseselerin kurulmasını nasip etsin. Çünkü memleket harap olmuştur. Bizler de yardım yapmazsak memleketin hali fena olur. Eğer vaziyetim müsait olsa idi daha fazla yardımda bulunurdum.

Atatürk’ün neşesi bir anda yerine geldi. Yanındaki boş koltuğa oturtarak, Nuri Bey’e

- Nerelisiniz? Diye sordu.

- Divrikliyim, efendim.

- Divrikliler şapka isyanı yapmışlardı.

- Aman Paşa hazretleri, birkaç çapulcunun bu hareketini doğru bulmayız.

İşin içyüzünü hepimiz anladık. Demek ki Atatürk’de şöyle bir kanaat oluşmuş: Acaba benden fazla bağışta bulunup muhitine karşı bir yatırım mı yapıyor? Gerçeğin böyle olmadığını anlayınca Atatürk memnun oldu. Bundan sonra her fırsatta Nuri Bey’i destekledi.” ( ‘Atatürk Doğru Konuşanı Severdi ‘ Kalkınma Dergisi 1977 Kasım sayısı, A. Hazım Sezgin )

 

  • Anekdot: Karşısındakini Dinleme Alışkanlığı

İsmet İnönü anlatıyor:

“Meclis’te Atatürk, cevap verilmesi güç birçok soruya muhatap oluyordu. Harp içindeki devletin harp gücüyle ilgili sorular soruluyor, bunlara cevap verilemediği için de asabi bir hava meydana geliyor. Bir gün ( Atatürk ) yine böyle cevap verilmesi güç sorulara muhatap oldu. Çok bunalmıştı. Meclis o gün çalışmasını tamamladıktan sonra bana

- Ben Çankaya’ya gidiyorum, hemen gel, dedi.

Atatürk’ten kısa bir süre sonra, ben de gittim Çankaya’ya. Çok öfkeliydi, ayakta konuşuyordu. Bana

- Bu Meclisle bu harp kazanılmaz, dedi. Bu Meclis’i kapatacağız.

Ben Atatürk’ün yakın arkadaşı olduğum için onun huyunu suyunu çok iyi bilirdim. Böyle sinirliyken, öfkeliyken, onun söylediği bir şeye karşı gelmek mümkün değildir. Onun için hiç cevap vermedim. Bekledim. Uzun uzun başka şeyler konuştuk, hükümetin bazı meselelerini anlattım. Daha sonra onu biraz yumuşamış görünce dedim ki

- Paşam, sultan Abdülhamid de Meclis açan adamdır. Ama tarihe, meclis kapayan adam olarak geçmiştir Ben sizin tarihe meclis kapayan adam olarak geçmenize razı olamam.

Atatürk o zaman bana

- Paşa doğru söylüyorsun. Senin dediğini yapacağız, dedi.” ( ‘ Aynen Naklen, Mete Akyol, Sayfa 58 )